2 Eylül 2012 Pazar

16 Eylül 2005

Benim Uçsuz Labirentim

Hayat ne kadar yavanlaşıyorsa hayatı sürdürmek de bir o kadar zorlaşıyor. insanlığın ellerinden kayıp gidiyor. sen olmayanların.. içinden geçtiğin zamanının.. potansiyel insanlığının kıymetini bilmez halde boğucu labirentlerin bitkin dolaşıcısı, sürekli yenilenen hayatın donuk bakışlı seyircisi oluyorsun..
Labirent seni sarmalamışken bir çıkışın olup olmadığından asla emin olamıyorsun.. bir olurda avunuyor bir olmazda kararıyorsun. Bu kararsızlık uzuyor.. uzuyor.. karmaşan büyüyor.. senin dışında varolan bu kararsızlığa mahkum musun? Karar vermeyi becerememenin mantıksal sonucu mu durumun? Yoksa kararsızlığın konforlu sorumsuzluğundan mı vazgeçemiyorsun? Labirentin yüksek duvarlarını aşmak mümkünse eğer deneyip yanılmaktan usanmadan çıkışı arama iradesini göstermek gerekecek.. ha yok labirentin içinde telef olmaya mahkumsan bu acıyı kabullenme iradesini göstermen gerekecek… belki de mutlak adalet sahibinin ikinci olasılığı yaratmamış olması ve çözüme yüzünü dönecek insaniyetten yoksun oluşunun bir aradalığı seni kararsızlığın severken öldüren kollarına bırakıyor.. hakikati izliyorsun, belki bazen ona çekinerek usulca dokunuyorsun ama ona vakıf değilsin. uzun kararsızlığın seni bitkin düşürüyor.
Labirentte bir başına değilsin. Çıkmazların yıllanmış sakinlerinden birisin. Çıkmazını yaşayan yolsuzlarla yordamsızlarla yarenlik ediyorsun.. yaşıyorsunuz.. hakikatin varoşlarında. Kendi derdine düşmüş, zaman zaman yaşamları kesişen ama bireyliklerine kısılmış çıkmaz sakinleri seli.. bu hareket, yanılsamalarla zihnini bulandırıyor. Labirentin dışını unutuyorsun bazen. Bu çıkamayışı hayat sanıyorsun. Ta ki yanlış yolun sonundaki duvara toslayana kadar. “neresi burası!?” neresi burası…. Duvar sesini iade ediyor sana. Soruna soruyla karşılık veriyor. Bir sen konuşuyorsun… bir duvar. Yalnızlık yüzüne çarpıyor. Yalnız ve cevapsızsın. Bir çıkış varsa eğer ona ne kadar yakınsın?

1 Eylül 2012 Cumartesi

Muzik çalıyor. Selman çalıyor. Asık çalıyor. Kucağıma kapandım. Kendimi kucakladım. İcime dondüm, ice doğru kat kat katlandım. Şarkının yüzümden geçerken bıraktığı izler görünsün istemedim. Oyle kolayca görülmesin. Kendi icimde nefessiz kaldım. Nefessiz yani, yani havasiz. Kendime açtığım alan, kapattığım yani, küçüktü, kucağımda nefes bitti. Kaldırdım basımı. Göğe bakalım! Çinladi icimde. Gök nerde? İcim icim, ne cok bicim, hep bicim biraz. İste boyle akıyor bilincim. "kulak ruhun penceresi"ymis. Bilmiyorum. İçiden sehirler geçeni anlardim, içimden şarkılar gecti. Duvardan gecen hayalet gibi şarkı içimden gecti. Bense duvar değilim.