5 Mayıs 2012 Cumartesi

Sezgi ve vehim sarkacında bir teslimiyet sınavındasındır, olamaz mı? olabilir! ve bir soru: hayat ne olsundu? bir sarkaç mı, salıncak mı?


sınav bitti dediğin yerde, hem de bitti diyebildin diye, sınav doğuruyor, kendi içine katlanıyor, bir kez daha ve bazen en baştan başlıyor.
o ilk cümle benim çelmecim. bir çelmecim var, işi gücü bu. o ilk cümle... alemimde ne varsa mükemmele, olmaya, çarpmaya, tokatlayıp 1. adam olmaya dair hepsi o ilk cümleyi sahiplenmek derdine düşüyor. bir sitayiş, bir nümayiş, bir adem-i asayiş, efendime söyliyeyim, beni seç, beni seç nidaları! ilk cümlemi rahat bırakın kibir tohumlarım, belki sizi gelişme bölümüne ekerim! (kendi kendime ne güzel bir oyun kurma teşebbüsü)

bir ucunda insan, diğer ucunda 'ben, Hacer' bulunan hüküm bildirme özneleri cetvelinde ara duraklar olmalı Allah'ım. olaylar, kişiler, yaşantılar hakkında ucu dedikoduya çıkmayan bir nihai-olmayan-hükümleri verme alanı, o hükümlerin yeni sürümleri çıkana dek içinde salınabilecekleri güvenli bir bahçe.

benim de herkes gibi "insan..." diye başlayan yargı bildirir sığınaklara ihtiyacım var. ben de herkes gibi kendi sığınağımı dünya sanıp hezeyanlara gark olmak muhtemel tehlikesiyle burun buruna yaşıyorum ama biliyorsun, burun öpmeye engel değil. ve öpmekle burun ilişkisinin büyük bir sınav olmaktan öte bir anlamı yok, tıpkı şeyler arasındaki nedensellik ilişkisinin mecraının dun-ya olması gibi.

bilmek teskin edici aziz okuyucu. ama sükunet zamanla ve mekanla kayıtlı olduğu ölçüde kışkırtıcı da. bilmemenin, karanlığın ağırlığından Allah'a sığınıyorum ve bilmenin getirdiği hafiflikten de korunmaya muhtacım.